10 Mayıs 2018 Perşembe

3 MAYIS 1944

Her şey Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun meclis kürsüsünden “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız” söylemlerinin ışığında, Atsız Bey tarafından kendisine yazılan iki adet açık mektubun uyandırdığı yankıyla başlamıştır. Devletin içine hatta beynine sızmaya çalışan virüslerin ihbar edildiği bu girişimin muhatapları tarafından bin bir türlü devlet teşvikiyle mahkeme süreci başlatılır. Döneme ışık tutan nice aydınlar karanlık tabutluklarda zapt edilir.


3 Mayıs 1944 günü Türk gençliği bir volkan gibi patlar. İnandıkları ülkü ve bu ülkünün ideolojik lideri başta olmak üzere nice ülkü devine sahip çıkmak, destek olmak adına Adliye koridorlarını ve Ankara sokaklarını adeta inleten bir üniversite gençliği bulunuyordu. Topluluğun bir kısmı adliyede Atsız Bey ve arkadaşlarını yalnız bırakmazken diğer binlerle ifade edilen büyük bir topluluk Ulus Meydanına doğru protesto yürüyüşüne geçmiştir. 


Bu dava Türkiye'de siyasi ve dış politika açısından tarafımıza olmayan bir değişime gebe olsa dahi içimizdeki şeytanları ve koca koca dalkavukları gün yüzüne çıkarmıştır. Bir matem günü olmakla birlikte yeniden dirilişin simgesidir. Bu tarihi vesikaya farklı anlamlar yüklemek ve oluşturduğu etkinin doğasıyla oynamak lüzumsuz bir girişimdir. 3 Mayıs'ın  oluşturduğu ruhu tümüyle benimsemek, iyi anlamak ve ona göre yaşamak gerekir.

Emir AKKAYA


25 Ocak 2017 Çarşamba

HAYIR MI? ŞER Mİ?

Başkanlık Sistemi olarak bilinen ve Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak servis edilen bir tasarı meclisten geçerek milletin iradesine bırakıldı. Sistemi yalnız halk arasında bilinen ismiyle ele almak yerine bu işin içinde olanların niyetlerini muhakeme etmek en mantıklısı olacaktır.

Parlamenter sisteme yıllardır övgüler yağdıran amcalar, günümüzde bu sistemin açıklarından söz ederek gecmişten örnekler veriyorlar. Bu konularda pek tabi haklı olabilirsiniz. Fakat bu amcalara sormak lazım, eğitimden ekonomiye varan müdahalelerinizde bu açıkları neden kapatmadınız. Bunca yıllık iktidarınızda bu sistem boşluklarından mi beslendiniz? Parlementer sistemin açıklarını kapatmak yerine neden bu sistemi topyekün alaşağı etmeyi hedefliyorsunuz? Geçmişte zamanınız mı yoktu yoksa gelecek için vaktinizin kalmadığını mı düşünüyorsunuz?

Türkiye'yi belediye zanneden bir başbakan, milleti tehdit eden bir yardımcı... Suriye politikası diyince yüzü kızaran bir dış işleri bakanı, 6 ayda 2 kez sistemi değiştiren bir milli eğitim bakanı... Sütten ağzı yanan bir devlet, yoğurdu menzile peşkeş çekerek yiyen bir diyanet... AB'ye kan kusan bir kabine, koltuğunda salaklanan bir AB Bakanı... Dünya Lideri bir cumhurbaşkanı, terör örgütü üyesi bir yaver... Kısacası nereden baksan tutarsızlık. Nereden baksan başarısızlık.

Bence büyük amca bu başarısızlığı ve yetersizliği hissediyor; inancını ve güvenini kaybediyor. Bakanlar kurulundan, askeriyeye; yargıdan, emniyete bütün birimleri kendisi tayin etmek istiyor. Sırtı pek olmasa da karnı tok. Sırtını sağlama almak ve tok olan karnınla yetinmeyerek gözünü de toprakla doyurmak istiyor. Bunun için tam yetki ve tam güven gerekiyor. Mütevaziliğinden ödün vermeyerek sözlerine "Başkan olacak kişi" diye başlıyor. Yanlışta olsa doğru bildiğini yapıyor. Cumhuriyet'in kabulünden ilham alarak "Tek Adam" olma hayalini kuruyor.

Karşı karşıya olduğumuz ve siyasetin çok dışında yer alan bu vahim durum karşısında kalplerimizde yaşayan Tek Adamın biz gençlere ithaf ettiği hitabesinden alıntı yapmak istiyorum:

"Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

Milli Egemenliğin esas alındığı, milli düşüncenin hakim kılındığı, Başbuğ Atatürk'te birleştiğimiz huzur dolu bir geleceğe hasret çekiyoruz. Selam ve dua ile...

Emir AKKAYA

26 Ocak 2016 Salı

YİNE, YENİDEN KADINA ŞİDDET

Akıl insanın en büyük meziyetidir. Fakat bu akılın en önce edep ve ahlaka ihtiyacı vardır. Ne yazık ki edep ve ahlaka sahip olmayan bünyeler, insanların hayatlarına eziyet olup, adeta bir kabus gibi çökmeye devam ediyor. 

Dün gece saatlerinde, İstanbul'un göbeğinde evli ve 2 çocuk babası 33 yaşında bir sapık, 19 yaşındaki bir genç kızımızın hayatına kabus gibi çöküyor. Şeytana uydum, pişmanım diyor. Adeta suçun bir kısmını şeytana atarak, hastalıklı yapısını savunuyor. Hepsinden üzücü olanıysa, bu hayvan oğlu hayvanın nefes alıyor ve konuşabiliyor olmasıdır. 

Bu yaratık bu sabah tutuklandı ve savcılığa sevk edildi. Peki şimdi ne olacak? Şeytandan farkı olmayan bu veledizina, hayatının bir bölümünü mahkum olarak geçirecek ve sonunda nefes alır halde özgürlüğüne kavuşacak. Başka bir tabirle: Karnı tok, sırtı pek bir şekilde mahkumiyetini yaşayacak ve hastalıklı bünyesiyle tekrar yeni hayatlara kabus olmak adına serbest bırakılacak. 

Öte yandan hayalleri yıkılan, hayatının en güzel dönemine kara bir kabus gibi çökülen genç bir kızımız ve öfkesini, kinini kalbine kazıyan çaresiz bir anne-baba var. Her hatırladığında nefesi daralacak olan bu kızımızın ve öfkesi hiç dinmeyecek olan çaresiz ailesinin yüzü hürmetine, bu hastalıklı herifi besleyip büyütmeyecek; asacaksın kardeşim. Adalet, ahlak yoksunları için farklı sirayet etmeli. Kaçıncı yüzyılda olursak olalım. Hangi çağdaşlık seviyesi içerisindeysek umrumda değil. Umurumda olan tek şey, baş tacı olması gerekenlerin hayatlarının yerle bir olmasıdır. Yine, yeniden... 

Emir AKKAYA

3 Ocak 2016 Pazar

"BU BENİM BABAM"


Siyaset, siyasal iktidar ve siyasi çıkarlar şöyle bir yana dursun. Gerçek olana yönelelim. Adamlar toplandılar, özerklik safsatasını 14 madde halinde beyan ettiler. Onlarca kurumdan, siyasi oluşumdan ve bireylerden maddeler halinde tepkiler aldılar. Aldıkları yazılı ve sözlü tepkiler, cumhuriyete, devlete ve anayasal düzene yapılan meydan okumayı değiştirmedi, değiştirmeyecek. Ortada açık açık ilan edilen bir bağımsızlık deklarasyonu var. Gayet ortada değil de; kenarda köşede ise minik bir yavrunun dudaklarından dökülen ve döküldüğü yerde yürekleri dağlayan sözler var: "Bak bu benim babam..."

Bugün bu yaşananlar, aklıselim düşünen herkes için terörün geçmişini, bugününü ve geleceğini gözler önüne seriyor. Aklını başından savan, gözlerini kapatan, siyasal hırs uğruna silahları çiçek ve böcek ile sansürleyen kimseler ise benim nezdimde bir ömür boyu "kimse" olarak kalacaklar.

"Milli kini ateşten damgalar gibi kalbimize yazdık."


Emir AKKAYA